19 Eylül 2006

Avrupa'ya Çıplak Bakış

İki aylık yurtdışı gezisi sırasında Avrupa(Fransa ve İtalya) reklamını çıplak gözle görme fırsatını yakaladım. Aldığım notları ve gözlemlerimi derleyerek sunmak istedim. Buyrun...

- Fransızlar Dünya kupasının final öncesini; İtalyanlar ise doğal olarak final maçı sonrasını çok iyi kullandılar. Türkiye’de ise Coca Cola’nın Malta maçı öncesi Almanya’ya gidemeyen millilere jesti çok anlamlı ve başarılıydı.

- McDonalds’ın Burger King’e, Coca Cola’nın Pepsi’ye, Nike’ın Adidas’a, Hertz’in Avis’e olan üstünlüğü tartışılmazdı. Pepsi reklamları yaratıcılıktan uzak ve iticiydi. Nike, Coca Cola, Unilever(Dove), Fiat(Grande Punto), Renault, Peugeot, Lacoste...vb gibi dev markaların reklamlarının globalliği ile McDonald’s, Lu, Evian...vb gibi gıda üzerine kurulu ürün reklamlarının yerelliği dikkatimi çekti.

- İtalya’da tramvaylar ve otobüsler reklam mecrası olarak yoğun bir şekilde kullanılıyor. Otobüslerin beyaz olması işi biraz kolaylaştırıyor; çünkü beyaz fon üzerine cesaretin ve yaratıcılığın arttığını düşünüyorum.

- Hızlı tren(TGV) istasyonlarındaki raketler ve özenle yerleştirilmiş reklam panoları çok işe yarıyor. Türkiye’de tren istasyonları için şimdilik erken olsa da otobüs terminalleri daha etkin bir şekilde kullanılabilir.

- Michelin’in turistlere yönelik turizm rehberlerine ve yol haritalarına olan desteği akılda kalıcı ve mantıklı. Gördüğünüz yol kitapçıklarında kapakta yer alan ‘Michelin ikonu’ tüketiciyle bağ kurmasını fazlasıyla başarıyor.

- Fransa’da reklam tabelaları, raketler, billboardlar, ışıklı göstergeler, reklam yazıları..vb hiçbir şekilde gözleri yormuyor ve görüntü kirliliğine yol açmıyor.

- İtalya’da reklam panolarının çok fazla karalandığını ve boyandığını farkettim. Hiphop kültüründen nasibini reklam sektörü de epey alıyor.

- Reklam mecrası olarak haftalık/aylık dergiler günlük gazetelere oranla daha çok kullanılıyor. Bunun nedeni de istenilen hedef kitleye daha rahat ulaşılması ve reklam boyutunun büyüklüğünün reklam verene daha cazip gelmesi diye düşünüyorum.

- Büyük bankaların sanata(restorasyon, sergi, gösteri...) olan çeşitli sponsorlukları sayesinde sanat kendi ayakları üzerinde durabiliyor.

- Kola, bisküvi, çikolata makinaları dışında su makinasının da önemini anladım. Sanırım Türkiye’de yaygın değil; halbuki metroda, alışveris merkezlerinde, önemli caddelerin köşebaşında hem satış hem de pazarlama açısından iyi iş yapardı.

- Ferrari markasının büyüklüğünü Ferrari Store’da gerçekten anladım. Ferrari kendisini markadan da öte bir şey* olarak konumlandırmış. Kıyafetten, ayakkabıya; oyuncaktan, kırtasiye malzemelerine kadar ismini bir güzel kullanıyor.

* 'marka üstü güç(müg) : marka benliği' diye yeni bir kavram çıkabilir yakında.

- ‘Tour de France’ sayesinde bisikletle birlikte sürücüleri de birer reklam mecrası haline gelmişler. Her an hırsla pedal çeviren rengârenk birisini görmek mümkün.

- İçki, otomobil, prezervatif reklamlarının yaratıcılık rekabetleri hat safhada.
Özellikle Heineken, Durex, Peugeot işleri hoşuma gitti.

- Saatin kullanılmadığı saat reklamlarını görmek yine nasip olmadı.

- Modanın kalbinin attığı Paris ve Milano, tekstil sektörünü saat, gözlük, parfümeri ve ayakkabı sektörleriyle harmanlayarak özellikle kadınları aksesuar yönünden süslemesini biliyor. Bunun farkında olan pazarlamacıların hinliklerini doğal karşılamak gerekiyor.


... ve hoşuma giden reklam yazıları:


* İsviçre Zürih havaalanında...

Sorry, airport fans.
Zurich has the shortest transfer times.


* 'Folio' yayınevinin tren istasyonundaki afişi...

Rien ne vous transporte comme un folio.
(Hiçbir şey sizi folio gibi taşıyamaz.)


* '8X4' ün metronun içerisine yerleştirdiği askılık...

Ce metro s’arrete a toutes les stations.
Ce deo ne s’arrete jamais.

(Bu metro bütün istasyonlarda duruyor.
Bu deodorant durmak bilmiyor.)


* Su müzesinde suyun önemi anlatılıyor...

De l’eau pour tout
De l’eau partout

(Herkese su
Her yerde su)


* Yaratıcı bir cafe ismi...

Pass' port



. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home