04 Ekim 2006

ALİ ATIF BİR'E EN AĞIR VEDA YAZISI ORAY EĞİN'DEN


25.09.2006 17:43
Hürriyet yazarı Ali Atıf Bir'in gazeteyle yollarını ayırmasını ilk bu sütunlarda okudunuz. Yine bu sütunlarda Ali Atıf Bir ve Oray Eğin arasında, gay köşe yazarları kimliğini açıklasın üzerinden bir tartışma başlamıştı. Ali Atıf Bir'in ayrılmasının ardından en ağır yazıyı Eğin kaleme aldı. Bu yazıyı yayınlıyoruz. Ama isterse Ali Atıf Bir yanıt hakkını yine bu sitede kullanabilir. Malum en azından şimdi yanıt verecek bir mecrası yok...

Hürriyet kurtuldu. Sıra Sinan Çetin'de
oray.egin@aksam.com.tr

Ve işte... Bu dünya Sultan Süleyman'a da kalmıyormuş, bu köşeler de babamızın malı değilmiş. Ali Atıf Bir, Hürriyet'ten gitti. Bundan birkaç ay önce 'Doğan Ailesi'ne Mektup' yazdığımda, dünya ölçeğinde bir medya grubunda onun gibi birinin barınamayacağını belirtmiştim. 'Çürümüşlük bulaşıcıdır, kasadaki bir çürük elma diğerlerine de bulaşır, vücuttaki bu yaradan kurtulmalısınız' derken, bunu kişisel bir mücadele için değil, medya-etik adına söylüyordum. Çünkü Ali Atıf Bir medyada yer aldığı süre boyunca en büyük zararı mesleğimize verdi. Hürriyet, onu uzun süre taşıdı. Ve artık taşınamayacak noktaya geldi.Ben Bir'i en çok taşradan büyük takıma gelen, İstanbul'a kendini kaptıran sonunda yok olan futbolculara benzetiyorum. Büyük medyada oynamayı bilemedi. Zannetti, arkasında Hürriyet'in gücü, İstanbul'un renkli hayatı, her istediğini yapabilecek. Ve hepsi yanına kar kalacak, kimse ondan hesap sormayacak. Bunun bir bedeli olduğunu bilemedi. Nasıl geldiyse, öyle gitti...

BENİ HİÇ YANILTMADI
Onu, Hürriyet'te yazmaya başladıktan bir süre sonra Safran'da bir kadınla baş başa yemek yerken görmüştüm. Bir arkadaşımızın doğum günü partisi vardı, birçok gazeteci de oradaydı. Ne yaptı dersiniz? Kendisi de davetliymiş gibi davrandı. 'Birazdan yanınıza geliyorum' dedi. Davetli olmadığı halde partinin yapıldığı arka odaya sızdı, danslar etti, figürler attırdı ve sonra davetli olmadığı partiden aynen çıkıp gitti. O gün karar vermiştim: Bu adam önce İstanbul'a taşınacak, sonra karısından boşanacak, en son da saç ektirecekti... Beni hiç yanıltmadı.Ama bu sürede de çok kötü şeyler yaptı.Danışmanı olduğu şirketleri köşesinde övmesinden mi başlamalı, kendisine danışmanlık verilince susmasını mı söylemeli? Üstelik bunu bir alışkanlık haline getirmesi... Son olarak Arçelik'te rol arkadaşı Şafak Sezer niye oynamıyor diye gazetesini kişisel amaçlarına alet etmesi...Sinan Çetin'e aylarca saldırıp, Sinan Çetin onu dizide oynatınca ağzını açmaması?Naziler'inkine eşdeğer faşizan görüşlerini gazete sayfasından sunması mı yoksa? Kendisine en ufak eleştiriyi getirenlere karşı belden aşağı saldırması, utanç verici, ayıp satırlar yazması... Bana değil, asıl Hakkı Devrim'e ettiği ayıba bakın. Her alandan anlamaya çalışıp hiçbir şeyden anlamaması m? Vasat sinema eleştirmenliği, bedava otel gezmeciliği, restoran övücülüğü arasında taşralı gurmeliği...

HATA ÜSTÜNE HATA
Ya da 'imzasız' bir mektuba güvenip, İstanbul Üniversitesi'nde '31 Mart olayları' yaşandığını yazması, ardından rektörlük tarafından yalanlanması. İmzasız e-mail'lerine bel bağlamanmayacağını öğrenmek yerine, bu sefer de Yılmaz Özdil'in köşe yazısını 'okur mektubu' olarak kullanması...Gerekçeler çoğaltılabilir, ama sonuçta her satırı onun medyadan uzak tutulması için emsal teşkil edebilir. Hürriyet bu yaradan kurtuldu. Biz gazeteciler mesleğimiz için kirlenme, yozlaşma, etiksizlik ve çürüme çağrıştıran bu dertten kurtulduk. Sıra Sinan Çetin'de. Artık Prof. Bir'in bir köşesi olmadığı için Sinan Çetin aleyhinde yazmasın diye onu dizisinde oynatmak zorunda değil. Meydayı kirleten adam şimdi sadece üniversitede. Bu kutsal kurum da ne yapacağını düşünsün.

Bir söz de yazarlara
Son zamanlarda dikkat ediyorum, televizyon kanalı olan gazetelerin yazarları bir alışkanlık olarak karşı grupların dizilerini yerin dibine sokuyor, kendi gruplarınınkini övürüyor. Elbette bütün yazarlar değil, ama birçoğunda böyle bir eğilim göze çarpıyor. Yapmayın, etmeyin lütfen... İyi şeyleri alkışlayıp, kötü şeyleri eleştirelim ama belirleyici kriter 'grup şirketi' olmasın. Eğer karşı gruplar hakkında övücü haber yapılamıyorsa da, yermek yerine görmezden gelinsin bari.

Atıf Hoca'ya benzeyen ayakkabı
Gazetecilere 'bot veya çizme' dışında ayakkabı rüşveti verip, buna da sosyal sorumluluk yükleyen İspanyol Camper'ı bu hale kim getirdi diye soruşturum. Karşıma 'bernaylafem' şirketi çıktı. Şaşırmadım, Fem Güçlütürk'ün bu işleri bilmediği, yüzüne gözüne bulaştıracağı belliydi zaten. Bir yerde patladı işte. Zannedersem bir tek Yurtsan Atakan, giydiği ayakkabının parasının ödenmesini sağladı. Onun dışında gazeteciler Fatih Altaylı'nın dediği gibi 'ayakkabı rüşveti'ne alet edildiler. Ama daha büyük zarar Camper markasına yapıldı. O ayakkabının imajı benim için şimdi tıpkı Ali Atıf Bir gibi. Çürümeyi, yozlaşmayı, kirlenmeyi çağrıştırıyor.

RTÜK'ten açıklama
Geçen gün, dizilerde gazete logolarının kapatılması üzerine yazdığım yazıya RTÜK Başkanı Zahid Akman'dan bir açıklama geldi. 'Bu uygulama kanalların tasarrufudur, RTÜK'ün böyle bir yasağı yoktur' diyor özet olarak. Ayrıca, 'Türkiye'de gazete okuma alışkanlığının yaygınlaştırılmasından yana olduklarını, bu nedenle aksi manada bir uygulamaya imza atmalarının söz konusu olamayacağı' bilgisi de veriliyor.Bu saçma uygulamaya en başta gazeteci olan Akman'ın karşı çıkması gerektiğini söylemiştim. Yanılmamışım. Dizilerde artık açık logo devri başlıyor demek ki.Bir de şu hoşuma gitti: RTÜK'ün reflekslerinin böylesine hızlı olması, hemen değerlendirmeye alıp karara bağlaması.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home