26 Ekim 2006

Milli Kodak



Kodak'a bedava reklam!

Anket

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi web sitesinde (http://ilef.ankara.edu.tr/reklam/) bir anket yapılıyor. Son duruma göre katılımcı sayısı 233. Anket başlığı 'Aşağıda ki ajansların hangisinde çalışmak isterdiniz?' ve sonuçlara baktığımızda aşağıda ki gibi bir tablo çıkıyor karşımıza. Oylama sonuçlarını görmek için ben de oy kullanmak zorunda kaldım. :)

Ajans Ultra ›› % 4.7
Alametifarika ›› % 9.4
Alice BBDO ›› % 0.9
Ali Taran Creative Workshop ›› % 6.0
Euro RSCG İstanbul ›› % 0.9
Grey Worldwide İstanbul ›› % 2.1
Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi ›› % 6.0
LOWE ›› % 3.0
Manajans / JWT ›› % 2.1
M.A.R.K.A. ›› % 14.2
Markom Leo Burnett ›› % 2.1
Medina Turgul DDB ›› % 3.0
Ogilvy & Mather ›› % 2.6
Pars / McCann Erickson ›› % 3.9
Rafineri ›› % 4.3
RPM Radar ›› % 1.7
TBWA / İstanbul ›› % 13.3
Y&R Reklamevi ›› % 5.6
Yorum Publics ›› % 1.7
Hiçbiri ›› % 12.4

16 Ekim 2006

Esnek ama Flexi değil!



Flexi Card reklamlarındaki adamı hatırlarsınız...

26 yaşındaki Amerikalı Daniel Browning Smith, Flexi Card reklamlarındaki o acayip hareketleri yapıp, izleyicileri hayrete düşüren, "Bu adamın vücudunda hiç mi kemik yok" dedirten kişidir.

Mesleği için kontorsiyonist(vücudunu eğip büken akrobat) diyen Amerikalı 'nasıl bir eğitimden geçtiniz?' sorusuna da şu cevabı veriyor:

26 yaşındayım, 8 yıldır profesyonel olarak bu işi yapıyorum. Bu konudaki yeteneğimi, 4 yaşımda, ranzadan atlarken yaptığım hareketleri gören babam keşfetti. Bunun üzerine kütüphanelerden bulduğu kontorsiyonistlerin resimlerini eve getirmeye başladı. Ben de resimlerde gördüğüm hareketleri, aynen yapana kadar denedim. Biraz daha büyüyünce, San Francisco’daki sirk okulunda, Çinli Lu Yi’den 1 yıl eğitim aldım.

Smith vücudunu şekilden şekle sokup üç kez de Guinness rekorlar kitabına girmeyi başarmış. Kendini lastik çocuk olarak konumlandıran Smith’in vücudunu başka ne hallere sokabildiğini görmek istiyorsanız rubberboy.com sitesine de girebilirsiniz.

Aylar önceki bu konuyu neden açtım peki? Şunu söylemek için...

Maalesef ülkemizde kendi yeteneklerimizi keşfetmemizi ve insanımıza güvenmemizi sağlayacak yönetici iradeleri çıkmıyor. Ben buna genç bir reklam yazarı adayı olarak üzülüyorum.

Eczacıbaşı gidiyor, 'Artema' ve 'Vitra' nın logolarını büyük paralarla yurtdışındaki grafikerlere yaptırıyor. Reklam afişleri için Avrupa'dan fotoğrafçılar getirtiyoruz. Daha bir sürü buna benzer örnek... Ne oluyor peki bu durumda? Kendimize güvenimizi yitiriyoruz, inancımızı kaybediyoruz, hatta kimimiz de yurtdışında çalışmanın hesaplarını yapıyoruz.

Bakınız resimdeki Türk kardeşimize! Nasıl da eğilip bükülüyor, esnek mi esnek, % 100 yerli! Ama dedim ya o 'contortionist' değil, sıradan biri... Hele flexi hiç değil, esnek olabilir ancak!

Sözüm meclisten dışarı, yetkililere gitsin...

11 Ekim 2006

GoogTube














Yaratıcı fikirlerin, basit olsun olmasın, nerelere geldiğinin sonuçlarını izliyorum. Hep biliriz ama gözle görünce daha da keyifli oluyor, hırslandırıyor.
Google için, her zaman büyük kolaylık diye düşünürdüm. Hatta bilgisayarımın açılış sayfasıdır. Yıllar sonra herkesin Youtube diye bir siteden bahsettiğini duydum. Sanırım biraz geç bile oldu haberdar olmam. Ancak gerçekten amacınız dışına çıkarak, içinde kaybolunan bir site. Çok basit bir fikir aslında. Hepimizin aklına gelmiştir böyle bir site olsa diye. Ama uygulamanın önemi işte burada devrede...
Şimdi ise Google, Youtube'u satın alıyormuş. Durumun ekonomik kısmı değil de hikayesi çok ilgimi çekmiştir hep. İki gencin bir garajda kurduğu bilinen Youtube'un 19 ay içerisinde ulaştığı başarıyı kıskanmamak elde değil. Fikirleri akılda hapis etmemek gerekli. Bu da kanıtımız.
Kaynak: http://www1.sabah.com.tr/tek100-20061010.html

10 Ekim 2006

Ne iş ?


Türkiye Reklam Forumu ile ne ilgisi var şimdi demeyeceğinizi umarak az önce rastladığım ilginç bir şeyi paylaşmak istiyorum. Fransızca bir filmci vb sayfasında bir şeye tıkladım. Karşıma bu gördüğünüz resim çıktı! Buyrun bakalım. Ne iş kimbilir? Hem ben Fransız domain'li bir web sitesi bakacakken Katar araya niye nasıl giriyor?

07 Ekim 2006

Genç Reklamcı

05 Ekim 2006

marcomturkiye açıldı!

Herkese merhaba,

Sizleri yeni bir blogdan haberdar etmek istedim.

Türkiyede yapılan yaratıcı pazarlama iletişimi projelerini içeren yurt dışı odaklı İngilizce bir pazarlama iletişimi blogu açtık. Yaklaşık 4 aylık bir süreç sonucu dün blogumuzun resmi açılışını yaptık.

http://www.marcomturkiye.com/
Adını "pazarlama iletişimi" teriminden alan marcomturkiye;
Türkiye'deki yeni ve yaratıcı pazarlama iletişimi fikir ve tecrübelerini paylaşan ortak katılımlı bir blogdur. Bizler sanat yönetmeni, yazar, stratejik planlamacı ve pazarlama profesonelleri olarak yaşamımızın merkezine araştırma, analiz etme, düşünme ve yaratma süreçlerini alarak yola çıktık.
Amacımız;
reklam, halkla ilişkiler, mobil pazarlama, "online" pazarlama, viral pazarlama ve gerilla pazarlama gibi temel pazarlama iletişimi disiplinleri ile ilgili gözlemlerimizi paylaşmak ve
Türk yaratıcılarına; yaşından, konumundan ve mesleğinden bağımsız interaktif bir platform sağlamak ve yayınlanmış yaratıcı işlerini Türkiye sınırları dışına taşımak.

marcomtürkiye,
which takes its name from the term marketing communications, is a collaborative blog which is dedicated to reveal fresh marketing communications ideas and experiences from Türkiye. We, as art directors, copy writers, strategic planners, marketing professionals and creative thinkers, are devoted our lives to spot, observe, analyze, think and create.
Our aim is:
to share our observations in each of the major marketing communications disciplines such as advertising, public relations, mobile marketing, online marketing, viral marketing, guerilla marketing and so, and
to offer an interactive platform for Turkish creatives, regardless of their age, location and profession and present their published creative works to the outside boundaries of Türkiye.

Sitemizi ziyaret edip görüşlerinizi bildirirseniz çok seviniriz. Ayrıca tüm ajanslardan işlerini bizlerle paylaşmalarını bekliyoruz. Türkiye'yi yurt dışına taşıyacak sağlam bir blog hedefliyoruz.

Fikirleriniz ve desteğiniz için şimdiden teşekkürler!

04 Ekim 2006

ALİ ATIF BİR'E EN AĞIR VEDA YAZISI ORAY EĞİN'DEN


25.09.2006 17:43
Hürriyet yazarı Ali Atıf Bir'in gazeteyle yollarını ayırmasını ilk bu sütunlarda okudunuz. Yine bu sütunlarda Ali Atıf Bir ve Oray Eğin arasında, gay köşe yazarları kimliğini açıklasın üzerinden bir tartışma başlamıştı. Ali Atıf Bir'in ayrılmasının ardından en ağır yazıyı Eğin kaleme aldı. Bu yazıyı yayınlıyoruz. Ama isterse Ali Atıf Bir yanıt hakkını yine bu sitede kullanabilir. Malum en azından şimdi yanıt verecek bir mecrası yok...

Hürriyet kurtuldu. Sıra Sinan Çetin'de
oray.egin@aksam.com.tr

Ve işte... Bu dünya Sultan Süleyman'a da kalmıyormuş, bu köşeler de babamızın malı değilmiş. Ali Atıf Bir, Hürriyet'ten gitti. Bundan birkaç ay önce 'Doğan Ailesi'ne Mektup' yazdığımda, dünya ölçeğinde bir medya grubunda onun gibi birinin barınamayacağını belirtmiştim. 'Çürümüşlük bulaşıcıdır, kasadaki bir çürük elma diğerlerine de bulaşır, vücuttaki bu yaradan kurtulmalısınız' derken, bunu kişisel bir mücadele için değil, medya-etik adına söylüyordum. Çünkü Ali Atıf Bir medyada yer aldığı süre boyunca en büyük zararı mesleğimize verdi. Hürriyet, onu uzun süre taşıdı. Ve artık taşınamayacak noktaya geldi.Ben Bir'i en çok taşradan büyük takıma gelen, İstanbul'a kendini kaptıran sonunda yok olan futbolculara benzetiyorum. Büyük medyada oynamayı bilemedi. Zannetti, arkasında Hürriyet'in gücü, İstanbul'un renkli hayatı, her istediğini yapabilecek. Ve hepsi yanına kar kalacak, kimse ondan hesap sormayacak. Bunun bir bedeli olduğunu bilemedi. Nasıl geldiyse, öyle gitti...

BENİ HİÇ YANILTMADI
Onu, Hürriyet'te yazmaya başladıktan bir süre sonra Safran'da bir kadınla baş başa yemek yerken görmüştüm. Bir arkadaşımızın doğum günü partisi vardı, birçok gazeteci de oradaydı. Ne yaptı dersiniz? Kendisi de davetliymiş gibi davrandı. 'Birazdan yanınıza geliyorum' dedi. Davetli olmadığı halde partinin yapıldığı arka odaya sızdı, danslar etti, figürler attırdı ve sonra davetli olmadığı partiden aynen çıkıp gitti. O gün karar vermiştim: Bu adam önce İstanbul'a taşınacak, sonra karısından boşanacak, en son da saç ektirecekti... Beni hiç yanıltmadı.Ama bu sürede de çok kötü şeyler yaptı.Danışmanı olduğu şirketleri köşesinde övmesinden mi başlamalı, kendisine danışmanlık verilince susmasını mı söylemeli? Üstelik bunu bir alışkanlık haline getirmesi... Son olarak Arçelik'te rol arkadaşı Şafak Sezer niye oynamıyor diye gazetesini kişisel amaçlarına alet etmesi...Sinan Çetin'e aylarca saldırıp, Sinan Çetin onu dizide oynatınca ağzını açmaması?Naziler'inkine eşdeğer faşizan görüşlerini gazete sayfasından sunması mı yoksa? Kendisine en ufak eleştiriyi getirenlere karşı belden aşağı saldırması, utanç verici, ayıp satırlar yazması... Bana değil, asıl Hakkı Devrim'e ettiği ayıba bakın. Her alandan anlamaya çalışıp hiçbir şeyden anlamaması m? Vasat sinema eleştirmenliği, bedava otel gezmeciliği, restoran övücülüğü arasında taşralı gurmeliği...

HATA ÜSTÜNE HATA
Ya da 'imzasız' bir mektuba güvenip, İstanbul Üniversitesi'nde '31 Mart olayları' yaşandığını yazması, ardından rektörlük tarafından yalanlanması. İmzasız e-mail'lerine bel bağlamanmayacağını öğrenmek yerine, bu sefer de Yılmaz Özdil'in köşe yazısını 'okur mektubu' olarak kullanması...Gerekçeler çoğaltılabilir, ama sonuçta her satırı onun medyadan uzak tutulması için emsal teşkil edebilir. Hürriyet bu yaradan kurtuldu. Biz gazeteciler mesleğimiz için kirlenme, yozlaşma, etiksizlik ve çürüme çağrıştıran bu dertten kurtulduk. Sıra Sinan Çetin'de. Artık Prof. Bir'in bir köşesi olmadığı için Sinan Çetin aleyhinde yazmasın diye onu dizisinde oynatmak zorunda değil. Meydayı kirleten adam şimdi sadece üniversitede. Bu kutsal kurum da ne yapacağını düşünsün.

Bir söz de yazarlara
Son zamanlarda dikkat ediyorum, televizyon kanalı olan gazetelerin yazarları bir alışkanlık olarak karşı grupların dizilerini yerin dibine sokuyor, kendi gruplarınınkini övürüyor. Elbette bütün yazarlar değil, ama birçoğunda böyle bir eğilim göze çarpıyor. Yapmayın, etmeyin lütfen... İyi şeyleri alkışlayıp, kötü şeyleri eleştirelim ama belirleyici kriter 'grup şirketi' olmasın. Eğer karşı gruplar hakkında övücü haber yapılamıyorsa da, yermek yerine görmezden gelinsin bari.

Atıf Hoca'ya benzeyen ayakkabı
Gazetecilere 'bot veya çizme' dışında ayakkabı rüşveti verip, buna da sosyal sorumluluk yükleyen İspanyol Camper'ı bu hale kim getirdi diye soruşturum. Karşıma 'bernaylafem' şirketi çıktı. Şaşırmadım, Fem Güçlütürk'ün bu işleri bilmediği, yüzüne gözüne bulaştıracağı belliydi zaten. Bir yerde patladı işte. Zannedersem bir tek Yurtsan Atakan, giydiği ayakkabının parasının ödenmesini sağladı. Onun dışında gazeteciler Fatih Altaylı'nın dediği gibi 'ayakkabı rüşveti'ne alet edildiler. Ama daha büyük zarar Camper markasına yapıldı. O ayakkabının imajı benim için şimdi tıpkı Ali Atıf Bir gibi. Çürümeyi, yozlaşmayı, kirlenmeyi çağrıştırıyor.

RTÜK'ten açıklama
Geçen gün, dizilerde gazete logolarının kapatılması üzerine yazdığım yazıya RTÜK Başkanı Zahid Akman'dan bir açıklama geldi. 'Bu uygulama kanalların tasarrufudur, RTÜK'ün böyle bir yasağı yoktur' diyor özet olarak. Ayrıca, 'Türkiye'de gazete okuma alışkanlığının yaygınlaştırılmasından yana olduklarını, bu nedenle aksi manada bir uygulamaya imza atmalarının söz konusu olamayacağı' bilgisi de veriliyor.Bu saçma uygulamaya en başta gazeteci olan Akman'ın karşı çıkması gerektiğini söylemiştim. Yanılmamışım. Dizilerde artık açık logo devri başlıyor demek ki.Bir de şu hoşuma gitti: RTÜK'ün reflekslerinin böylesine hızlı olması, hemen değerlendirmeye alıp karara bağlaması.

01 Ekim 2006

Cola Kurda

1 Ekim 2006 Pazar, Milliyet'ten.

Cola Turca çıktığı günden beri, her biri dev birer sosyolojik araştırma meselesi olabilecek reklamlarıyla bir milleti duygudan duyguya sürükledi. Önceleri "gençlere göre milliyetçilik" kaidesi üzerine kurulan reklamlar ramazan ayını idrak ettiğimiz şu günlerde direksiyon kırdı ve yeni sosyolojik deryalara yelken açtı.

Yeni reklam şöyle. Bir masada, güneş batarken dedeyi görürüz. Torunuyla masada oturmaktadır. İftar masası. Sonra masa uzar uzar, Türkiye'yi sarar. Güneydoğu'dan başlayan masa Karadeniz'i dolaşıp Marmara'dan geçip Ege kıyılarından denize atlayıp Gökçeada'dan çıkmak suretiyle memleketi birbirine bağlar. Ezcümle: Cola Turka ile masaya oturan halkımız, yani biz, hepimiz aynı sofradayızdır. "İnanç Dünyası" tonuyla bir adam şöyle der: "Şükürler olsun bizi aynı sofrada buluşturana!" Vesaire vesaire...

Kürt meselesinin ve azınlık haklarının tartışıldığı şu günlerde efervesan gibi reklam; gaz giderici. Cola Turca ile masaya oturanların hepsine Türkçe konuşturunca ne sevimli görünüyor her şey değil mi? Meseleye "Bizi birleştiren tek şey aslında dinimiz" demek ne şeker oluyor millet birbirini boğazlarken. Ve iftar sofrasına oturmayan tek bir kişi kalmayınca memlekette ve herkes bundan mutluyken... Cola Kurda, Cola Lazka, Cola Ermenika olmasa bütün memleket Turca!