29 Eylül 2006

Reklam pastası % 30 büyüyecekmiş.



Birilerinin gönderdiği bir röportaj bilgisini buraya aynen alıyorum. Sektörde ses getirecekmiş. HM


Yavuz Özçelik, reklam sektörünün MR'ını çekti. Sektörün geleceğiyle ilgili çarpıcı bilgiler verdi 29.09.2006 13:19
Reklam dünyasının duayeni Yavuz Özçelik’ten Süperpoligon'a özel açıklamalar...

- 'Pasta daha da büyüyecek’ ama ne kadar?
- ‘İnternette hayal kırıklığı yaşadık’ ama neden?
- ‘En çok beğendiğim reklamcılar...” kim?
- ‘Reklam Öz Denetleme Kurulu eleştiriliyor’ peki niçin?
- ‘RTÜK ahlak bekçiliği yapıyor’ nasıl?
- ‘Avrupa’da birinciyiz’ ya sonra? ‘Ama hala uluslararası bir kreatif ödül alamadık’ ne yapmalıyız?

İşte reklam piyasasını en iyi bilenlerden biri Yavuz Özçelik ile yapılan röportaj...

Reklam dünyasının duayeni ADD Production Medya A.Ş Yönetim Kurulu Üyesi Yavuz Özçelik’in sektörle ilgili tespitleri, açılımları keyifle okunacak bir röportaj... Süperpoligon’a özel açıklamalar yapan Özçelik’in sözleri reklam dünyasında ses getirecek....

S.P: Türkiye’deki reklam pastasının son boyutu nedir?

Y.Ö: Bu yıl Türkiye’de reklam pastası yüzde 25-30 arasında büyüyeceğini tahmin ediyorum. Yani 1 milyar 800 milyon dolara ulaşır. Bu rakamın üstüne ajans komisyonları da eklenirse aşağı yukarı 2 milyar 200 milyon dolara çıkar. Bu rakamlara daha önce ulaşmamıştık. Ama zaten Türkiye’de her sene bir öncekine göre reklam pastası artıyor. Özellikle reklamcılığın televizyon ve açık hava ayağı çok hızlı büyüyor. EKONOMİ İYİ REKLAM PASTASI BÜYÜYOR

S.P: Büyümenin ardındaki etkenler neler?

Y.Ö: Reklam endüstrisinin büyümesi, iktisadi stebilazsoyonun artmasıyla büyük ölçüde ilgili. Türkiye’deki genel ekenomik göstergeler iyiye gittikçe reklam da bundan nasibini alır. Ekonomi kötüye giderse de bundan ilk nasibini alan, en kolay kesilen harcama kalemi de reklam olur. Çünkü hala reklam çok fazla yatırım olarak görülmediği için rahatlıkla kesiliyor. Ama yine de gidişat kırılgan. Cari açık endişeyi destekliyor. Ancak karşısında iyimser göstergeler de var. Türkiye’de ‘tam rahat ettik’ derken, başımız derde giriyor. AB Parlamentosu’nun son aldığı kararlar ekonomiye bir iyimserlik enjekte edecek.

YABANCILAR BİZDEN DAHA İYİMSER

S.P: Bu yıl için siz iyimser misiniz?

Y.Ö: Genel olarak büyümeye devam ederiz. Türk insanında, Türk reklamcısında, Türk medyasında bu kadar iyimserlik var mı? Yüzde yüz var, diyemem. Ama dışardakiler, yabancılar o kadar iyimserler ki televizyon kanallarıyla, basın kuruluşlarıyla ilgileniyorlar. Açık hava şirketleriyle ilgileniyorlar. Kimisi tamamını sattı kimisi yarısını sattı. Demek ki yabancılar Türkiye’yi dışardan daha iyimser görüyor. AVRUPA’DA BİRİNCİYİZ Reklamcılığın televizyon ayağında Türkiye’de yüzde 30’luk büyüme var. Bu artış oranıyla Avrupa’daki televizyon endüstrisindekilerin en hızlısıyız. Bu tabii televizyon reklamlarının bir doygunluk noktasına uluşmamış olmasından dolayı da kaynaklanıyor. Yıllardır Türkiye’de reklamın çok düşük olmasından da kaynaklanıyor. Ama yabancılar Türkiye’de bu oranın daha da yükseleceğini gördükleri için geliyorlar.

PASTA DAHA DA BÜYÜYECEK

S.P: Reklam harcamasında Türkiye ne durumda?

Y.Ö: Avrupa’da kişi başına reklam ortalaması 60-70 dolar civarında. Türkiye’de bu yıl 30 dolar civarında olacak. Uzun yıllar Türkiye kişi başına reklam harcaması 13-15 dolarlarda seyretti. Hala Türkiye’nin gelecekte reklam alacağı var, demektir.

REKLAM ÖZ DENETİM KURULU’NA ELEŞTİRİ

S.P: Reklamların denetlenmesi ile ilgili görüşünüz nedir?

Y:Ö: Reklam Öz Denetim Kurulu reklamları denetliyor. Kendine gelen şikayetleri alıyor, inceliyor. Büyük ölçüde reklam endüstrisinin üzerinde anlaştığı bir organ olmasıyla birlikte orada da sorun var. Daha çok büyük reklam verenlerin yönlendirdiği ve küçük ölçeklilerin ya da üye olmayanların haklarının yendiğine dair görüşler var. Televizyon ayağında ise ‘biz bu işi kendimiz beceremezsek’ devlet eliyle becerttiren bir de RTÜK var. O tabi daha ciddi önlemler alıyorlar. RTÜK’te çok fazla reklam konusunda uzman kişiler yok. Reklamdan çok yayın ağırlıklı kontrol yapıyorlar.

RTÜK’E ELEŞTİRİ

Ahlak, gelenek de rölatif bir durum. Decoderla izlenen Digitürk’te tekrar şifreyle izlenen erotik kanallarının RTÜK tarafından kapatılması reklamcılar arasında bayağı tartışıldı. Yani kendi ahlakımızı, ailemizi koruyamıyormuşuz gibi davrandılar. Şifreliyorlar bir kere daha şifreliyorlar, yani engelliyorlar. Bu tabii Türk aile yapısını değil başka şeyleri korumakla alakalı.

ANLAYIŞ DEĞİŞİYOR

Bizim sektörün yazılı kuralları reklamcılar derneği tarafından oluşturulsa da maalesef bu bizde pek işlemiyor. Reklam verenin de reklam ajansının, medya ajanslarını çok sayıda olmasından ve aralarında rekabet var. Konuyu kendi bildiği gibi yönlendirme avantajını kullanıyor. Batıda konkur açıldığında kaybeden ajansların masrafları o reklam veren tarafından karşılanır. Türkiye’de böyle değil. Ancak son 2-3 yıldır büyük reklam verenlerin işi hangi koşullarda vereceklerine dair tavırları var. Profesyonelleştiler. Özellikle uluslararası reklam verenler Türkiye’ye geldiklerinde bunu uyguladılar. Yerli ajansalar da artık buna uyuyorlar. Reklam sektörü herşeye rağmen diğer sektörlerden daha çok batı normların yakalamış durumda.

ŞEFAFLIK, YARATICILIK ARTMALI S.P: Reklamcılıkta şu anda en büyük sorun nedir?

Y.Ö: Şeffaflık meselesi...O konuda belli bir mesafe alınır gibi oldu ama kol kırılır yen içinde kalır misali, son 5-6 aydır ilerleme durdu. Ajanslar müşterileriyle aralarında bunu bir şekilde çözüyorlar. Yaratıcılık da önemli. Türkiye’de hala yaratıcı sayısı çok sınırlı. Uluslararası reklam yarışmalarında dünyanın en ücra köşelerinden reklam ödülü alan ülkeler var. Biz hala ne Newyork’tan ne Cannes’dan bir kreatif ödül alıp gelmiş değiliz. Yaptığımız işlerin kötülüğünden değil, kendimizi iyi anlatamamaktan kaynaklanıyor. Türkçe tanınan bir dil değil. Dolayısıyla Türkçe reklamın şansı azalıyor. Türkiye’de geleneksel olarak yaratıcılık giderek yok edildi. Yaratıcığa yüzlerce yıldır prim verilmedi, merkezi yönetimlerce giderek yok edildi. Yeni yeni 15 yıldır yaratıcıkta bir açılım oldu. Daha yeni yeni Nazım Hikmet’le ilgili ‘acaba mezarını getirsek mi’ deniliyor. Türkiye’deki iklime göre gelişecek yaratıcılık. Yani bu yazarlar çizerlere dava açılmayarak yaratıcılık artacak. Birileri ‘konuşursam bana ceza verirler mi’ dememeli. Biraz aykırı düşünenin kafasını koparırsak yaratıcılık gelişmez.

3 AS: SERDAR, ALİ, HULUSİ

S.P: Yaratıcılık yönünü en çok beğendiniz reklamcılar kimler?

Y.Ö: Serdar Erener’i çok beğeniyorum. Onunla birlikte çalışıyoruz. Onun üretirken hangi yollardan geçtiğini biliyorum. Dünyayı takip ediyor, çok okuyup kendini geliştiriyor. Kendini kümese kapatıp bir şey üretmek mümkün değil. Ali Taran var, aykırı kampanyaları çok ses getiriyor bilindiği gibi.

Hulusi Derici de aykırı bir sestir. Onu da severim. Seveni de sevmeyeni de vardır ama herkes bilir ki aykırı bir adamdır Hulusi... Bunu kabul etmek lazım. Tahammül arttıkça bu iklim gelişecek ve yaratıcılık da gelişecektir. Reklamdaki yaratıcılık da müzik gibi sinema gibidir. Farklı değildir. İ

NTERNETTEN BEKLENTİMİZ YÜKSEKTİ

S.P: İnternet yayıncılığında reklamların yerini nasıl değerlindiriyorsunuz?

Y.Ö: Bence 4-5 yıl önce internet ilk çıktığı zaman beklentimiz çok büyüktü. Geleceğin medyası internet dedik, çıtayı çok yukarı koyduk. Hatta aramızda 2010’dan 2020’ ye doğru interaktiviteyi de ortaya koyarak internet reklamcılığı televizyon reklamlarını bile yakalayacaktır, deniliyordu. Biraz bu düşüncelerin etkisiyle çok büyük bir beklentiye girdik. Onun olamayacağını ise zamanla anladık. Türkiye’deki sorun ise internetin iyi anlatılamaması ile ilgili. İnternet çok dağınık. Basında, açık havada, televizyonda her katagoride 8 - 10 tane şirket var. Bunların her biri benzer pazarlama statejisiyle çalışıyor. İnternette ise bir sürü farklı ilgi alanı var. Çok dağılıyor. Bin tane gazete olsa benzer durum gazetelerde de olur. İnternette ölçümleme teknikleri geliştirilmeli. Daha somut veriler üretmeli internet medyası. ‘Klik’ önemli ve onunla da ilgili tartışmalar var, doğru mudur değil midir diye.. Klik ötesinde algılama önemli. Sayfa üzerinde reklamın algılanması önemli.

İNTERNET REKLAMINDA YARATICILIK

S.P: İnternet etkili bir mecra olacak mı? Reklam pastasında önemli bir yer tutacak mı önümüzdeki yıllarda?

Y.Ö: İnternet kesinlikle etkili bir mecra olacak. Benim masamda 10-12 saat açık. Toplam 4-5 siteye sık girerim. Süperpoligon, Amazon com, Habertürk, Mediacat... Dolayısıyla benim gibi bir sürü internet kullanıcısı var. Ancak yaratıcılıkla ilgili daha fazla şeyler yapılabilir mi diye düşünüyorum. Yani internetteki reklamın daha iyi algılanabilmesi için neler yapılmalı? Mesela girdiğiniz sitenin açıldığında ekranı kaplayan banner çok sinir bozucu. Sanılıyor ki bu çok iyi. Halbuki biz onu görmüyoruz bile. Ondan kurtulmanın yollarını arıyoruz o sırada. Görürsek de ‘Allah belasını versin’ diye görüyoruz. Reklam pastasında internete düşen pay çok düşük. Ama artacak. Arttıkça da reklam bütçelerindeki yeri ve fiyatı da yükselecektir.

- - - - - - - - - - - -


Evet... Sesleri duyalım şimdi ?

Ali Atıf Bir'in ipini Ağar'a danışmanlık değil, Arçelik yazıları çekti!!! (medyafaresi)

Herkes Ali Atıf Bir'in DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'a danışman olduğu için Hürriyet'ten gönderildiğini yazıyor. Oysa işin aslı böyle değil. Medya Faresi Ali Atıf Bir'in son yazılarından yola çıkarak başka bir neden olduğunu iddia ediyor. İşte Ali Atıf Bir'in sonunu getiren gelişmeler!

Ali Atıf Bir Hürriyet'te 2,5 yıldan beri reklam yazarlığı yapıyordu.

Pek çok kez, müşterisi olan firmaları koruyup kolladığı, rakip firmaları kötülediği yönünde eleştirilere konu olan Ali Atıf Bir, ne oldu da birden bire Hürriyet'ten gitti?

Daha önce hep Ali Atıf Bir'den övgüyle söz eden Ertuğrul Özkök ne oldu da bu kez yazarının arkasında durmadı, duramadı?

http://www.medyafaresi.com/?hid=1207&yid=9

IKEA Kataloğu

2006 Sonbahar ürün kataloğunu incelerken aklımı karıştıran bir sloganla karşılaştım, belki beni aydınlatan biri çıkar aramızdan...
Kataloğun yatak ve karyola çeşitlerininin tanıtıldığı bölümde şöyle bir cümle var:
"koyunları sayın, sıfırları değil"
Ne anladım ben bu işten?
Niye koyun sayayım yahu Ikea'ya para bayıldıktan sonra?

Bayan mayan yok!

Siz hiç şu "bayan" sözcüğünü incelediniz mi? Nedir, ne anlama gelir? Aranızda rahatsız olan var mı?

Naci'yi Naciye yapan mantık "bay"ı "bayan" yapmış işte. Kelimelerin anlamlarına dalan insanların bazen takıldıkları olur böyle diyorum, olmuyor.

Ne demek şimdi bayan? Biz kimi bayıyoruz yahu? Sinirleniyorum bu seslenişe arkadaşlar. Ben asla kullanmam. En ciddi toplantılarda bile uyardığım olmuştur. Hele bir de "erkekler ve bayanlar şunu şöyle yapar!" gibi bir söylemle karşılaştığımda iyice tepem atıyor. Şunu "erkekler ve kadınlar" diye niye söyleyemiyorlar? "Kadın" kelimesini kaba olarak mı algılıyorlar? Hayır efendim, kaba falan değil. Bal gibi kadın işte, ağız dolusu söyleyebilirsin!

Yoksa anlam kaydırmasını çok seven toplumum "kadın" sözcüğünü çok mu cinsel buluyor?

28 Eylül 2006

İnsan Kaynakları

'We are multiplying... Account Director, Account Excutive, Media Planner, Strategic Planner, Art Director, Copy Writer vs. (pardon, etc.)'
'resourceful, reliable, realistic, reformist, refined, resolute, ready... art director, copywriter, account executive.' (İlanın sahibi olan ajansın logosunun hemen üstünde Türkçe .... reklam ve tanıtım hizmetleri yazıyor.)


Yukarıdakiler, bu haftaki İK'da çıkan iş ilanlarından iki örnek. Bunların dışında onlarca daha İngilizce ilan var ama ilanlar reklam ajanslarının iş ilanları olmasından dolayı daha çok ilgimi çekti ve bu (belki) sıkıcı olması muhtemel yazının yazılmasına vesile oldu.

Yukarıdaki ilanlar anadili İngilizce olan bir ülkede yayınlanmıyor. Ya da bu dilin çok yaygın olduğu bir yerde. Mesela Hindistan'da olabilirdi veya başka bir yerde. Ama burada olmaması gereken ilanlar bunlar. İngilizce yazınca daha mı 'cool' gözüküyor ajans ilanları?
İngilizce bilmenin aranılan özelliklerin başında geldiğini, özellikle reklam yazarları ve müşteri temsilcilerinin bu dili bilmek zorunda olduklarının farkındayım. Ama yukarıdaki ilanların bu nedenle verildiklerini düşünmek biraz safça oluyor. (Bu İngilizce metinleri, bu dili bilmeyen kişilerin bile rahatlıkla anlayabilecekleri aşikar.) Başka bir ajans aynı özelliklere sahip bir ekip ararken, ilanı Türkçe yayınlatıyorsa, bu iki ajansın da bunu yapmak zorundan olduklarını düşünüyorum. Zaten Türkçe yeterince yerlerde sürünüyor, bari Türkçe'yi doğru kullanmak 'zorunda' olan ajanslar bunu yapmasınlar.

RYD 'Dilimizden Utanmayalım' kampanyası yaparken, bu kampanyanın başlangıç noktasını ajanslardan başlatmalıydı. Her cümlenin arasına sokuşturulan İngilizce kelimelerle dolu reklamcı jargonu her ne kadar tüm sektörü 'henüz' kaplamamış olsa da, zaman içinde, yeni nesil reklamcı adaylarıyla birlikte tüm sektöre yayılacağını düşünüyorum. Zaten yukarıdaki ilanlar da bunu destekler nitelikte.
(Yukarıdaki bahsettiğim ilanlardan biri şurada. Ve henüz kimseden tepki gelmiş değil... İlginç.)

Bilinçli Aptallıktan Yaratıcılığa Giden Yol

Bilinçli aptallık; halk dilinde salağa yatmak mıdır..?
Yoksa; kendini aptal gibi konumlandırıp aptallık yaparak beraber aptallaşmak mıdır..?
Ya da; insanları aptal yerine koyarak akıllılık yapmak mıdır..?

En doğrusu hangisi kestiremiyorum; fakat hepsi bir yoldan bizi bir tanıma götürebilir. Reklam sektörünün çok sıcak bakmadığı bu anlayışa medya sektörü ışıklarını yakalı yıllar oldu. İzleyici yönlendirildi, ihtiyaçlar doğuruldu, alışkanlıklar üretildi. Kimi değerler suistimal edilirken, kimilerine de epey anlam yüklendi. Neyin doğru olduğuna karar veremez olduk. Einstein’ın yıllar önce dediği gibi; mutlak gerçeklerimiz silindi, yerine kuvvetli olasılıklarımız geldi. Gerçeklerimizi, doğrularımızı ve değerlerimizi kestiremez hale geldik sonunda…

Yıllardır edebiyat dünyası tartıştı. Sanat; toplum için mi, yoksa sanat sanat için mi..?
Kimi yazar toplumun açıklarını kapatmak ve ihtiyaçlarına cevap verebilmek için didindi durdu. Kimi yazar da sanatı sanatın ilerlemesi için icra etti. Birinin amacı doğuda kalmak iken, diğerinin hedefi batıya yönelmek oldu. Yazın dünyasında bunlar gelişirken ‘medeniyet’ tanımı doğdu. Çağdaşlıktı, uygarlıktı derken ilkellikten bizi kuratacağını düşündüğümüz her türlü yeniliği kabul eder olduk. İyi mi, kötü mü; yararlı mı, zararlı mı derken önümüzü göremez olduk. Bakar-kör halimizle her yeniyle tanışma fırsatı bulduk. Fırsatları lehimize çevirmeye çalıştık, işler yolunda gitmeyince çağa ayak uydurduk dedik. Kalıplara giriyor, kalıplardan çıkıyorduk. Tanımlar mı bizi bu hale getirmişti? Anlam veremiyorduk…

Reklam sektörüne sıçrayan tanım düellosunda edebiyatta da yaşadığımız gibi sıra amacımıza ve hedefimize gelmişti.

- Reklam; satış arttırmak için mi, daha yaratıcı olmak için mi?
- Reklam; hedef kitle için mi, reklamcılık için mi?

Bunların üzerine aklımıza takılan soruları ekledik durduk:

- Reklamın iyisi, kötüsü olur mu?
- Reklamın doğrusu, yanlışı olur mu?
- Yaratıcılık evrensel mi, yöresel mi?
- Reklamcı olmak için alaylı olmak gerekir mi?
- Yetenek doğuştan mıdır, fakülteden midir?
- Hayatın deneyimleri mi, iletişimin gerçekleri mi?
- Kurallar mı geçerli, empatiler mi?
- Okuyarak, araştırarak; gezerek, görerek yaratıcılık yaratabilinir mi?
………

Soruları sormaya ve subjektif cevaplarımızı vermeye devam ediyoruz…
Ben de kendi penceremden bakıyorum ve şöyle tanımlıyorum:

Yaratıcılık= Hayatı yaşama tarzın + Sana verilen süre

Hayatı yaşama tarzını, senin sınırların(!) ve tercihlerin belirliyor.
Sana verilen süreyi ise başkaları belirliyor.
Yaşam tarzını seçmek senin elinde, süre müşterinin...

Belirlenen sınırlı sürede sınırsız yaratıcılık; senin yaşamı uygulama biçiminde saklı.
Yaşamımızı doğarken planlamasak da, yaptıklarımız bizi yaratıcılığa itiyorsa bu da sizin bir şansınız. Değerlendirmekte fayda var.

Yorum sizin…

27 Eylül 2006

Çocuk Pornosu

Gelen bir e-postayı buraya alıyorum :

TBWA\ ve TEQUILA\ Singapur' un birlikte hazırladıkları ve destekledikleri dünya çapındaki kampanyanın hızla yayılması için sizin de desteğinizi bekliyoruz.

Internette çocuk pornografisinin engellenmesi için ICMEC "Light a million candles" (Milyon tane mum yakın) adında bir kampanya başlattı.

Çocuk pornografisi ile ilgili bazı insanlık dışı gerçekler…

* İnternette 100,000 'ü aşkın çocuk pornografisi sitesi bulunmakta
* Online pornografi görsellerinin %19'u üç yaşında ve daha küçük çocukların resimleri
* Günde 20,000'den fazla çocuk online suiistimale uğruyor
* Online çocuk pornografisi 2004'de 20 milyar dolar gelir elde etti- Online müzik endüstrisinin 7 katı
* Son tahminler gelecek 3 yılda bu gelirin $20 milyar doları geçeceği kanısında
* Her hafta 5 yeni çocuk daha online suiistimale uğruyor

Bir mum yakarak online çocuk suiistimallini sonlandırmak için yardımda bulunabilirsiniz

http://www.lightamillioncandles.com

Online suiistimalle uğrayan masum mağdur çocuk kurbanlar kendileri için konuşamaz. Ama siz onlar adına konuşabilirsiniz. Desteklemek için sadece için bir mum yakmanız yeterli, paraya ihtiyacımız yok.

31 Aralık 2006'ya kadar 1 milyon mum yakmayı hedefliyoruz.

Devlet, politikacılar, finansal kuruluşlar, internet servis sağlayıcıları, teknoloji firmaları ve hukuk büroları çocuk pornografisinin yok olması için güçlerini birleştirerek savaşabilirler. Bizim yapmamız gereken çocuk pornografisine karşında dünyanın duyduğu nefreti göstererek, onlara savaşabilmeleri için gerekli izni sağlayabilmek.

Sadece bir mum yakarak, onlara savaşmaları için gerekli gücü verebilirsiniz… Lütfen mumunuzu bu adreste yakın :

http://www.lightamillioncandles.com

Desteklediğiniz için teşekkür ederiz.

Reklamların Dublajı

Bugün konusu geçti de yazmadan duramadım. Benim de gerçekten çok takıldığım bir konudur.
Reklamların dublajı...
Bu genellikle temizlik gereçlerinin reklamı olur. Çoğunlukla da önce lekeleri çözemeyen reklam kahramanı bayan, şimdi elindeki ürünün ona ne kadar yardımcı olduğunu anlatır. Ama kadının ağız hareketleri ve bizim duyduğumuz ses bir türlü tutmaz birbirini. Üstelik biz Türkler, dublajda gerçekten başarılıyız. Ama nedense durumu bazı temizlik gereci reklamlarında çözemedik mi, yoksa gerçekten böyle olması işin püf noktalarından biri mi çözemedim henüz?

Bazı reklamlar, yabancı olduğunu düşündürtmesine rağmen (hatta belki gerçekten öyle olmasına rağmen), ben bazı reklamlarda da kadının Türkçe birşeyler söylediğini çözdüm açıkçası. (Ürünün adı lazım değil.)
Bana göre bu durum, işin gerçekten özensizce yapıldığını gösteriyor. Hatta tam derdini anlatacakken kafamızı bu tür ayrıntılara çekerek reklamı amacından uzaklaştırıyor. Her işin altında yatan bir emek var. Burda son noktayı seslendirme ile koyacakken, yapılan 'oldu bitti'ler işin emeğine yazık dedirtiyor.

RSS bilgisi

İlgilenenler için Türkiye Reklam Forumu'nun RSS bilgisi :

http://feeds.feedburner.com/reklamforumu

"Engagement Panel"

Starcom Allmedia Grubu’nun Türkiye’nin en önemli mecrası olan televizyonu daha derinlemesine anlamak amacıyla yaptığı araştırma “Engagement Panel” için hazırladığı web sitesine şuradan ulaşabiliyormuşuz :
http://www.engagementpanel.com

26 Eylül 2006

Oust'u anlamak...

Oust adında bir koku giderici sprey reklamı var.
Bir kadın şahane gülüşüyle anlatıyor spreyin koku problemini nasıl çözdüğünü, tam ikna olabilecekken bir grafik çalışma beliriyor ekranda; altta okuduğumuz yazı şöyle: "Kötü kokunun temsili resmi"
İfade özgürlüğünün vardığı yaratıcı son nokta bu olsa gerek!

24 Eylül 2006

Turquality - Suat Taşpınar yazısı Radikal Gazetesi 24 Eylül 2006 Pazar

Herkesten özür dilerim, Turquality amacına ulaştı! - Suat Taşpınar

'İnsan beşer, beşer şaşar' demişler. Ama hatayı kabul etmek ve özür dilemek hiç değilse 'hafifletici sebep'. Ben de vicdan azabından kurtulmak için bugün bir itirafı yazacağım: İki yıldır "Türkiye'nin havaya uçurulan birkaç milyon doları" diye hep eleştirdiğim, iyi niyetli bir proje bile olsa, uygulaması tümüyle israf ve şahsi imaj parlatma operasyonuna döndüğü zannıyla, sebep olanların sık sık kulaklarını çınlattığım 'Turquality' kampanyasına dair günah çıkaracağım. Dünyayı bilmem ama bu proje Rusya'da amacına ulaşmıştır. Sebebini anlatacağım:
"Belirli standartları yakalamış Türk markalarının uluslararası pazarlarda kalite imajını güçlendirmek ve bilinirliğini artırmak." Projenin hem isim, hem de fikir babası olan Bakan Tüzmen, 16 Aralık 2004'te 'başlama vuruşunu' Moskova'daki fiyakalı bir kokteylle yaparken, amacı böyle açıklamıştı. Ancak projenin uygulamasının aceleye getirildiği her halinden belliydi.

Radikal'de 'Türk'e Türk Turqality'si' başlığıyla 'o geceyi' yazmıştım: "Maksat, Türkiye'yi tüm dünyada 'marka' yapacak 'Turquality' imaj kampanyasını başlatmaktı. Hesapta Rusya'nın en önemli medya mensupları, PR'cıları, tekstil ve deri sektörünün devleri, velhasılı '400 en mühim Rus' davetliydi. En gösterişli salon kiralanmış, en pahalı yemekler ayarlanmış, en gözde şarkıcı (Sertab Erener) getirilmiş, en büyük bütçe ayrılmıştı. Sonuç ne mi oldu? Rusların parmakla sayıldığı, salonu Türklerin doldurduğu bir gecede kendimiz çaldık, kendimiz oynadık. Yine Türk'e Türk propagandası yaptık." Eleştiriye pek tahammülümüz olmadığı, o yazıdan sonra bir kez daha teyit oldu, o ayrı bir hikâye...

Bizzat DTM İhracat Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Ziya Altınyıldız, sadece o gecenin maliyetinin 250-300 bin dolar arasında olduğunu, Rusya'da bilboard'lar, yazılı medya ile 6 televizyon kanalındaki reklamlar için de 1 milyon 200 bin dolar harcandığını gazetecilere söylemişti. Ama Rusya'da ne o geceden, ne de yapılan reklamlardan bir iz kalmadı. Reklamları ya kimse görmemişti, ya da gören birşey anlamamıştı. Objektif olmak için 'Rus' arkadaşlarımızın önüne, 'Rus' gazetelerinde 'Rusça' basılan reklam metinlerini koyuyorduk, ama onlar da mesajı-ürünü-maksadı anlamadan suratımıza bakıyorlardı. Görüntü, Turquality'nin Rusya'da başlamadan bittiğiydi. Artik kervanın yolda düzelmesi ve o kadar emek-para harcanan projenin bundan sonra hayırlara vesile olması için dua etmekten başka çaremiz yoktu.

Üstünden iki yıl geçti. Mevzu küllenir gibi oldu. Turquality rüzgâr bile olamadan, hafif bir meltem gibi Moskova'dan geçip gitti sanıyorduk. Yanıldığımızı anladık. Bu işten somut fayda sağlayan ikinci bir Türk vatandaşı olduğunu gözyaşları içinde öğrendik.

Adı Sait Çakmak'tı. Moskova'da ev tekstili işi yapan akıllı bir Türk işadamıydı. Tam da 'Turquality' diye davullar çalınırken, www.turquality.ru web sitesini kendi adına tescil ettirmişti. Her şey o kadar apar topar olmuştu ki, kampanyanın sadece lansmanı için bir çırpıda 1.5 milyon doları gözden çıkaranlar, bu devirde site adını tescil etmeyi akıllarına getirememişlerdi! Sait Çakmak, hem de Turquality logosunu ve rengini aynen kullanarak aslanlar gibi sitesini kurmuş ve tekstil ürünleri satışına başlamıştı bile! Hukuken yapacak bir şey yoktu ve yapılamadı da. Sonuçta koca 'Turquality' kampanyası hiç değilse Rusya'da bir Türk vatandaşının işine yaramıştı. Hem canım, o işadamının sattığı da yine Türk tekstiliydi, o kadar para boşa gitmiş sayılmazdı! Öyle değil mi?

22 Eylül 2006

Müjdemi isterim!

Biraz önce gelen haberi ciddiye alırsak eğer, Ali Atıf Bir, Hürriyet'teki köşesinden istifa ederek içimizde büyük bir boşluk (!) yaratmıştır, yaralarımızı sarmak zaman alacaktır.
Ama ben (gönlümden kopartaraktan), kendisine bir kereye mahsus 10 veriyorum.
Aranıza (bu bahaneyle) neşeli bir haberle katılmak istedim.




Resimlerden ilki Gültepe civarında bir arka sokakta Nokta Çelik'in ısrarları üzerine ve çok zor koşullarda, diğeri Taksim Çin Büfe'de çekildi.

20 Eylül 2006

Borusan Oto'dan şikayetçiyim.

Bir tarihte, bir arkadaşımın içinde olduğu motosiklet sitesine üye olmuştum. Onlar, ilişkide oldukları Borusan'a adres listelerini verdiği (veya sattığı) için bana BMW motosikletleriyle ilgili spam mesajlar -istenmeyen reklamlar- gelmeye başladı.

Güya bu mesajları istemeyenler çıksın diye (tipik adi numara), mesajın dibine, batıda yasa gereği bulunması gereken link konmuştu. Tıkladım, çıktım. Teyid edildi. Vs.

Aylar geçtikten sonra, mesajlar tekrar gelmeye başladı.

Tekrar çıkma linkini tıkladım. Niye çıkmak istediğimi de sordular, yazdım uzun....

Sonra üşenmedim, dalga mı geçiyorsunuz, ben hiç ama hiç ilgilenmiyorum BMW ile, bir pazarlama mesajı daha gelirse sizi mahkemeye vereceğim diyen bir mektup yazdım, attım.

Ve bir cevap aldım !

Hayır, özür filan dilemiyorlar. Sadece, İngilizce, otomatik bir mesaj geldi. Özetle, 'Mesajınız alınmamıştır, çünkü sizin domain kara listededir' diyor !

Yarın olsun, telefonla canlarına okumazsam bana da Haluk Mesci demesinler.

19 Eylül 2006

Avrupa'ya Çıplak Bakış

İki aylık yurtdışı gezisi sırasında Avrupa(Fransa ve İtalya) reklamını çıplak gözle görme fırsatını yakaladım. Aldığım notları ve gözlemlerimi derleyerek sunmak istedim. Buyrun...

- Fransızlar Dünya kupasının final öncesini; İtalyanlar ise doğal olarak final maçı sonrasını çok iyi kullandılar. Türkiye’de ise Coca Cola’nın Malta maçı öncesi Almanya’ya gidemeyen millilere jesti çok anlamlı ve başarılıydı.

- McDonalds’ın Burger King’e, Coca Cola’nın Pepsi’ye, Nike’ın Adidas’a, Hertz’in Avis’e olan üstünlüğü tartışılmazdı. Pepsi reklamları yaratıcılıktan uzak ve iticiydi. Nike, Coca Cola, Unilever(Dove), Fiat(Grande Punto), Renault, Peugeot, Lacoste...vb gibi dev markaların reklamlarının globalliği ile McDonald’s, Lu, Evian...vb gibi gıda üzerine kurulu ürün reklamlarının yerelliği dikkatimi çekti.

- İtalya’da tramvaylar ve otobüsler reklam mecrası olarak yoğun bir şekilde kullanılıyor. Otobüslerin beyaz olması işi biraz kolaylaştırıyor; çünkü beyaz fon üzerine cesaretin ve yaratıcılığın arttığını düşünüyorum.

- Hızlı tren(TGV) istasyonlarındaki raketler ve özenle yerleştirilmiş reklam panoları çok işe yarıyor. Türkiye’de tren istasyonları için şimdilik erken olsa da otobüs terminalleri daha etkin bir şekilde kullanılabilir.

- Michelin’in turistlere yönelik turizm rehberlerine ve yol haritalarına olan desteği akılda kalıcı ve mantıklı. Gördüğünüz yol kitapçıklarında kapakta yer alan ‘Michelin ikonu’ tüketiciyle bağ kurmasını fazlasıyla başarıyor.

- Fransa’da reklam tabelaları, raketler, billboardlar, ışıklı göstergeler, reklam yazıları..vb hiçbir şekilde gözleri yormuyor ve görüntü kirliliğine yol açmıyor.

- İtalya’da reklam panolarının çok fazla karalandığını ve boyandığını farkettim. Hiphop kültüründen nasibini reklam sektörü de epey alıyor.

- Reklam mecrası olarak haftalık/aylık dergiler günlük gazetelere oranla daha çok kullanılıyor. Bunun nedeni de istenilen hedef kitleye daha rahat ulaşılması ve reklam boyutunun büyüklüğünün reklam verene daha cazip gelmesi diye düşünüyorum.

- Büyük bankaların sanata(restorasyon, sergi, gösteri...) olan çeşitli sponsorlukları sayesinde sanat kendi ayakları üzerinde durabiliyor.

- Kola, bisküvi, çikolata makinaları dışında su makinasının da önemini anladım. Sanırım Türkiye’de yaygın değil; halbuki metroda, alışveris merkezlerinde, önemli caddelerin köşebaşında hem satış hem de pazarlama açısından iyi iş yapardı.

- Ferrari markasının büyüklüğünü Ferrari Store’da gerçekten anladım. Ferrari kendisini markadan da öte bir şey* olarak konumlandırmış. Kıyafetten, ayakkabıya; oyuncaktan, kırtasiye malzemelerine kadar ismini bir güzel kullanıyor.

* 'marka üstü güç(müg) : marka benliği' diye yeni bir kavram çıkabilir yakında.

- ‘Tour de France’ sayesinde bisikletle birlikte sürücüleri de birer reklam mecrası haline gelmişler. Her an hırsla pedal çeviren rengârenk birisini görmek mümkün.

- İçki, otomobil, prezervatif reklamlarının yaratıcılık rekabetleri hat safhada.
Özellikle Heineken, Durex, Peugeot işleri hoşuma gitti.

- Saatin kullanılmadığı saat reklamlarını görmek yine nasip olmadı.

- Modanın kalbinin attığı Paris ve Milano, tekstil sektörünü saat, gözlük, parfümeri ve ayakkabı sektörleriyle harmanlayarak özellikle kadınları aksesuar yönünden süslemesini biliyor. Bunun farkında olan pazarlamacıların hinliklerini doğal karşılamak gerekiyor.


... ve hoşuma giden reklam yazıları:


* İsviçre Zürih havaalanında...

Sorry, airport fans.
Zurich has the shortest transfer times.


* 'Folio' yayınevinin tren istasyonundaki afişi...

Rien ne vous transporte comme un folio.
(Hiçbir şey sizi folio gibi taşıyamaz.)


* '8X4' ün metronun içerisine yerleştirdiği askılık...

Ce metro s’arrete a toutes les stations.
Ce deo ne s’arrete jamais.

(Bu metro bütün istasyonlarda duruyor.
Bu deodorant durmak bilmiyor.)


* Su müzesinde suyun önemi anlatılıyor...

De l’eau pour tout
De l’eau partout

(Herkese su
Her yerde su)


* Yaratıcı bir cafe ismi...

Pass' port



. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Basmakalıp reklam fikirleri

Yeni(likçi) fikirlerin, markaya değer katması kaçınılmaz. Tabii ki, sadece yeni olması yeterli değil. Peki, kullanıla kullanıla aşınmış, artık markaya bir yararı olmayan reklam fikirlerine ne demeli?

Yetişen alıyor, bir alana bir bedava, sadece 9.99 lira, ürünün bir imaja benzetilmesi, marka için ünlü kullanımı vb.

Sizce, basmakalıp(klişe) reklam, pazarlama fikirleri nelerdir?

Çok kullanılan, basmakalıp fikirlere örnek bir site buldum. Belki, düşünmeye başlamaya faydası olur.

http://www.the-top-tens.com/lists/most-overused-advertising-cliches.asp

Buyrun ankete :)

Medya haberleri

Allmedia şirketinin medya haberleri veren sitesi :

http://www.allmedia.com.tr/digest.htm

Staj gözlemi

Çok sevdiğim bir öğrencim bu yaz İstanbul'da bir reklam ajansında staj yaptı. Gözlemlerini bana yazmasını istemiştim. Herkesin okuması, değerlendirmesi için buraya alıyorum :

"Öncelikle stajyerlik müessesesi bir çok kurum ve sektörde olduğu gibi bu alanda da sorunlu. Bence bunun en az hissedildiği alan reklam sektörü olmalıydı ama öyle değil. Stajyer herhangi bir İK programının parçası değil, görev ve sorumlulukları son derece belirsiz, ne istendiği konusunda netlik yok. Bildiğim kadarıyla yurt dışında Clio kazanan stajyerler bile varken burada ne öyle bir şans, ne de elverişli bir ortam var.

Herhangi bir oryantasyon yok, öğrenmeyi destekleyen bir ortam yok. Stajyerlerin genelde bulamayacakları yıllıklar dışında kaynaklar sınırlı. Stajyerlik işe kabul edilmeden önceki basamak değil. Aslına bakılırsa karşılıklı bir menfaatin sonucu gibi duruyor stajyerlik. Şöyle ki; staj yapmak reklamcı adayı için bir zorunluluk o nedenle orada, diğer taraftan ucuz iş gücü olduklarından işveren tarafından da kabul ediliyorlar.

Stajyerlerin eğitim ve yeteneklerine saygı konusunda büyük sıkıntı var. Yeteneklerini anlamaya kimse çalışmıyor. Çalışmadığı gibi bazen bireyler düşüncelerini stajyere dikte etmeye çalışıyor. Bazı reklamcıların, kendi düşüncelerinin gözünü kör ettiği insanlar olduğunu gördüm.

Örneğin öğrendiğim bir kaç şeyi söyleyeyim:

- Hazırlanan stratejiler genelde üstünkörüdür, ve çok da bağlı kalmamak gerekir. Bunu yaklaşık 100 sayfa kalınlığında bir stratejiye bir reklamcının yaklaşımından öğrendim.

- Reklamın bir ürünün marka olmasında etkisi yoktur.

Ayrıca en çok işime yarayacağını düşündüğüm şey:

- Fiata Ferrari, Ferrariye Fiat muamelesi yapamazsın.

Genel gözlemlerime gelince. Reklamcılık tam bir kurtlar sofrası. Çalışanlarda yoğun bir devridaim sözkonusu. Sürekli başarılı olmak zorundayız. Yarın çoğunlukla ne olacağı belirsiz. Firmaya bağlılık hem işveren hem çalışan açısından problemli. Başarılı reklamcılar çoğunlukla zamanı tam gelmeden ajanstan ayrılıyor ya da kendi ajansını kurma peşine düşüyor. İşveren ise kapıyı göstermek konusunda aceleci olabiliyor.

Stajın hep kötü yönlerinden bahsettim. Bunları yazmamın nedeni "durum işte bu" dan ziyade ilerde eğer sektörde bulunabilirsem olmaması gerekenlerden olması gerekenleri tanımlama çabası daha çok. Yani kısaca sadece kendim için değil sektör için de -tıpkı sizin gibi- emek sarfetmem gerekecek.


Sadece olumsuz şeyler gözlemlemedim tabi ki. Örneğin edebi metinle reklam metni arasındaki farkı daha rahat ayırt edebiliyorum artık. Bu anlamda bana -metin yazarı adayı olarak- katkısı büyük. Metnin tekrar tekrar kontrol edilmesi gerektiğini, bir anda okunacağı halde her kelimeye tek tek dikkat edileceğini öğrendim.

Tek tek bireyler olarak ajanstakilerin fazlasıyla genel kültürlü, sağlam -şahıslarına münhasır- düşünceleri olan insanlar olduğunu gördüm. Ajansların kafeteryalarının boş zaman bulunduğu takdirde, çok fazla şey öğrenilebilecek olduğunu gördüm.

Ajansın müşterilerinin her zaman reklamlarından geri dönüş alabileceklerini gördüm. Çünkü yine öğrendiğim en önemli şeylerden biri, reklam satışı arttırmak için yapılır : ) Gerçekten... Ben bunun tam olarak farkında değilmişim meğer. Mesala hayret ettim: size sunduğumuz kampanyalarda hiç bu açıdan düşünmemişiz. Fiyat söylememişiz, fayda söylememişiz, bilgi vermemişiz. Ama hep marka kimliğini destekleyen reklamlarla hatırlanırmış bir marka. Şöyle anlatmaya çalışayım, uzun vadede iletişime geçmek, markaya bir ruh, kişilik kazandırmak ne kadar önemliyse, satışı desteklemek de o kadar önemliymiş. Bu yaratıcı işletme öğrencileri için iyi haber : )

Ayrıca ıstanbul, reklamcılığa çok benziyormuş. Bir gözlemim de bu. Bütün karmaşası stresi gün içinde acayip yıpratırken İstanbul'dan nefret ediliyormuş. Ama Boğazdan geçerken, hele bir de yağmur yağmak üzereyse, İstanbul kendini ne şartta olursa olsun sevdiriyomuş. Reklamcılık da öyle. Bütün stresi sıkıntısı karmaşası bir yana eğer size akıl veren ışık veren bir akıl hocanız varsa, içiniz acaip rahatlıyor, geleceğe daha sağlıklı bakabiliyor, reklamcılığı sevebiliyormuşunuz. Hele bir de bu akıl hocası yıllarını bu işe vermiş, pes etmemiş, tam bir örnekse. Konuşmasa da olurmuş : )"

14 Eylül 2006

Üyelik davetini kabul etmesi beklenenler...

Teknik davet mesajını yolladığımız ama haber alamadığımız dostlarımızı buraya yazıyorum ki, eğer sorun varsa, tekrar gönderelim :

Meryem Özdemir, Niyal Akmanalp, Tansu Gülaydın, Rauf Kösemen, Esra Yalçın, Serdar Şendilmen,

Çevrenizden insanlar bekliyoruz... Ve de tabii yazılar. Herkes bir başkası başlasın diye mi bekliyor ?

: )

13 Eylül 2006

Reklam Filmi

Yurdışında yayımlanan reklam filmlerini izleyebilmek için bir web sitesi bileniniz var mı ?

Türkiye'de yapılan işleri görmek için, www.reklamlar.tv ( bilmeyenler varsa paylaşmış olayım) sitesini kullanıyorum. Belki, bu sitenin de alternatifi vardır.

Soruyu genişletirsem: Güncel kalabilmek (?) için neler yapıyorsunuz?

Zekâmı okşa, saçımı öp!

Dün gece Star'da Şimpiyonlar Ligi maçı öncesi, arası ve sonrasında sponsor firmaların reklam filmleri oynadı. Bunlardan biri de, sanırım, bu yıl lige sponsor olan Vodafone'un reklam filmleriydi. Gördünüz mü?

Görmelisiniz. Bir tüketici olarak, bırakın, insan olarak zekânızın okşandığını düşünüyorsunuz. Keyif alıyorsunuz sizi şu an tüketici olarak hiç de ilgilendirmezken.

Reklamcı algısıyla baktığınızda, düşünmeden de edemiyorsunuz. Geliyor Vodafone, geliyor ya. Henüz adı yok, reklamları yok fakat geliyor ya. "Gelsin n'olur!" diyorsunuz. Gelsin ve bizi "onore" etsin.

Çok kısa süreli, üstelik Şampiyonlar Ligi'ne özel hazırlanan "doğrudan satış içermeyen" filmleri görmenize karşın, "düzgün" bir marka var karşınızda, belli.
Kuşak içinde yer alan, Türkiye'de faaliyet gösteren GSM operatörlerinin reklam filmlerini de görünce daha da heyecanlanıyorsunuz.

Bizi adam yerine koyan, algı seviyesi önyargıları olmayan, "Fakat burası Türkiye!" demeyen bir markanın iletişime geçmesini merakla bekliyorsunuz. İletişim dilinin, hele GSM gibi bir konuda, ülke insanı, dil, din, ırk vs. gözetmeksizin, bir esneme kadar basit, genel algı ve beğenilere yönelik yapılabileceği umuduna kapılıyorsunuz. Beklerken, "diğerleri"nin utanıp sıkılacağını düşünüyorsunuz.

Derken, ansızın, aklınıza takılıveriyor.
Vodafone Türkiye'de iletişime geçtiğinde, yani bir Vodafone reklam filmi Türk insanı için kuşaklarda dönmeye başladığında ne olacak? Yoksa "bize özel" reklamlar mı yapacaklar?

Hayallah!

Bekliyorsunuz... Merakla.

11 Eylül 2006

Haydi hayırlısı !

Çeşitli görüşleri ve seçenekleri değerlendirince, en hızlı ve makul çözümün bu eski blogu yeni bir misyonla devralmak olduğu çıkıyordu. Umarım zamanla da doğru yaptığımız görülür.

Katılım ve katkıları bekliyoruz. Kaleminiz işlek, kafanız berrak olsun !